29 Ekim 2008 Çarşamba

Sportmence Dergisi

Metin Kurt tarafından hazırlanan spor dergisi. Kapağına bakınca, beşiktaş taraflı bir yayın gibi duruyor dimi? ama değil. Kapağında yazanlar gibi, renklerin kardeşliği ve son zamanlarda artık iyice populer kültür olmaya başlamış "forza livorno" kavramına çok ters düşecek bir duruşu var kapağın. Hani içindeki Çarşı röportajı ile ilgili bir gönderme olsa neyse, ama o da yok.

Bazı değerlerin altına bu şekilde girip tek taraflı cephe yaratmak, endüstriyel futbol karşıtlığını Çarşı üzerinden ( bu gs de olabilirdi) yürütüp, diğer takımları bu şekilde göstermek, inanın kimseye yakışmıyor. Hele ki bir zamanların futbolcu sendikasını kurmak isteyen eski bir futbolcu tarafından.

Buradaki aynı mantık bazı tribün forumlarında da hakim. İsmini verince gerilen adminlere sahip bu sitelerde, GS ve BJK temeli olup, bazı değerleri Fenerbahçe üzerinden yürütmek ile meşguller.

Cumhuriyet Bayramı


"Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz." Mustafa Kemal ATATÜRK

TC 1881


Aurelio'nun ispanya'da kullandığı arabanın plakası. Hissiyat adamısın marco.

Temiz-lig-ciler


Şelçuk Yula'nın bugünkü yazısından bir bölüm.

"Zamanında elle attığı gollerden sonra Nobre'yi 'emek hırsızı' ilan edenler, şimdi Galatasaray'ı görmezden geliyor. Soruyorum; temiz bir lig isteyenler neredeler? Yazının devamı için üstüne tıklayın.

Sanırım 4 büyük takımların içinde, aradaki farkları günyüzüne çıkarabilecek bir olay daha. Selçuk Yula'nın dediği gibi, Fenerbahçe başka bir takımla ittifak kurup, böyle bir olayın parçası olacak bir takım değildir. Bu olayların sebepleri açıktır. Bazı takımların bazı mücadelelerinde tek başlarına hareket etmek rahatsızlık veriyor. "Renklerin kardeşliği o takımların tekelinde olan birşey. Fenerbahçeli insan hakeme itiraz edemez, çünkü hep onun yanındadır. Fenerbahçenin başında Aziz Yıldırım vardır ve hakemler onun uşağıdır, Fenerbahçenin şampiyonlukları hep şaibe doludur. Parası çoktur bu takımın, endüstriyel futbol karşıtlığı hep fenerbahçe üzerinden yapılır. Diğer takımların parası, yönetim hataları gözardı edilir, Unutulur. Fenerbahçe onlar için eğlencedir bazı zamanlar. Fenerbahçe tribünleri yoktur. Fenerbahçe bir cephe ise, biz de onun karşısında hep beraber duruyoruz tavrıdır!!!"

Bu çok gerilerden, 80'lerden beri işlenmiş bir durumdur. Fenerbahçe taraftarını şımarık, diğer takımları halktan göstermek. Bunlar parça parça konuşulacak şeyler aslında. Biri çıkıp, bu konuda paranoya yapmışsın diyebilir bana. Desin.

Beşiktaşın bu pankartı açması için, illa ligte 4. sırada olması mı lazım? Lider konumda bulundukları sırada bu olayları görmezden mi geliyorlar? Aynı şekilde Trabzonspor.

İnsana şimdi nerdesiniz diye sormazlar mı? Soruyolar ama cevapları senelerin mütevaziliğinde gizli sanırım. Bu olay belki 2 gün daha bir köşe yazarının gündeminde olur sonra da unutulur.

Şimdiden geçmiş olsun.

Deivid De Souza


Yağmurun bereketi işte.

25 Ekim 2008 Pazar Blogger buluşması

Hayatım Fenerbahçe, Efsane Maraton ve Di massimo Talento'nun katılımı ile güzel ve keyifli bir buluşma gerçekleştirdik. Günlerden cumartesiydi ve bol yağmurlu birgündü. Akşamında aynı tribünde Bursa maçını izleyerek yağmurun bereketini, Mabedimizin çimlerine de bırakmıştık. Darısı 9 kasımda GS maçına artık. Bu sefer daha iyi bir katılım bekliyoruz.

23 Ekim 2008 Perşembe

By the power of kadiköy!!!


Hedefler

Geçen sene böyle bir pankart yapmıştık. Chelsea maçı öncesiydi ve "olum yeneceğiz, inanıyorum" diyoruk birbirimize. O günden bu yana, pek bir zaman geçmedi. Oyuncuların iskeletleri "kemik kadro" diye tabir edebileceğimiz ekip yine takımdaydı. Ama bu çizgiye büyük katkısı olan insan, Zico yoktu. Orta Sahanın dinamosu, diğer takım taraftarlarının bile sevdiği isim Marco paşamız yoktu. Onların yerine, Avrupa şampiyonu bir takımın hocası gelmişti başımıza. Orta sahaya ise, Fenerbahçe camiası içinde yeri pek olmayacak ama yinede kabullendiğimiz Emre gelmişti. Yürekten oynadığına inandığımız, ne kadar kaçırsada, şampiyonlukları götürsede, desteğimizi kesmediğimiz Kezman'nın yerine ise Güiza geliyordu.


"Tüm hata onundur" demek istemiyorum açıkcası. Düşünmek istediğim bunlar değil şuan. Birbirimize yüklenmekten ziyade, sorunların çözümüne her zaman daha uzlaşmacı yaklaşmalıyız. Sorunlar belli değil mi zaten. Bu saaaten sonra yakalayabileceğimiz bir çıkış olsa bile, lig şampiyonluğu için yetmeyecektir bence. Hea öyle bir çıkış yakaladık ki şampiyonluk bile geldi! işte buna mucize derim. Ama mucizelerin hayali bu bünyeleri zorlar artık.

2 tane hedefimizin daha mantıklı olacağını düşünüyorum. Lider ile aramızda 8 puan olmasına rağmen kaybedebileceğimiz puanları çok erkenden kaybettik. Bu saatten sonra form tutsan bile diğer takımların puan kayıpları senin puanlarından daha değerli olabilir. O yüzden yürüyerek şampiyonluk hayalleri! suya gömüldü gibi. Bu saatten sonra koşmaktan ziyade, 100 metre koşucusu tadında olmak lazım. Yoksa arkadan gelen bizi geçebilir.

2 hedeften biri Türkiye Kupası diğeri ise, Uefa'ya kalabilmek ve gidilebilecek yere kadar gitmek.

Tribün Ahı

inönü stadı kapalı tribünümüz 1980 ortaları (kaynak:Bolivar)

Üstüne alınması gereken en son şeylerden birisi.

Senelerdir bu sevginin peşinden koşan, vaktini zamanını buna ayıran. İşinin gücünün yanı sıra birde fenerbahçeyi düşünen, o stadın içinde kendine bir yaşam alanı belirleyen, oradaki dostlukları ile hayatını çevreleyen insanların ahını almak çok kötü birşey gerçekten. Aziz Yıldırım için herşey Fenerbahçe olabilir, sabahtan akşama kadar kulübün içinde mesai yapıyor olabilir. Ama bu diğer insanların sevgilerine engel olamaz.

Bu yanlış unutulacaktır. Yeter ki tek bir doğru ile taraftarının karşısına çıksın Aziz Yıldırım. Muhattap alsın onları.

Farkında değil mi taraftarın nasıl bölündüğünün? Kameralardan görmüyor mu? Daha fazla derine inmeden çıkalım şu mağaradan. Yeşilliğin kokusunu alalım. Meyve vermesede olur, yeterki umutlarımız yeşersin.

21 Ekim 2008 Salı

Kocaeli Deplasmanı

-Farklı bir üslup ile kocaeli deplasmanı.-

Öncesinde çıkan söylentiler gibi şeylere hiç giresim yok açıkcası. Biletlerin geleceği belli olmadan, bu otobüsler kalkacaktı zaten. Herşeyin güzel planlandığı bir deplasman yolculuğuna cumartesi günü saat 15 gibi başladık. Yolumuz kısa olduğundan otobüs yaratıcı olaylara pek gebe olmadı. Hatta İzmite gelene kadar, sanki Gebze - Harem minibüs hattında seyahat ediyormuşum gibi bir hissiyata kapılmadım değil. İzmit girişinde polis tarafından durdurulduk ve otobüsten indirilene kadar deplase olduğumuzun farkına varmak çok zor oldu.

İzmit girişinde polis kontrolünde bekletildiğimiz sırada bazı detaylarda dikkatimizi çekmedi değil. Otobüsün kalkmasını beklerken, gri renkli bir araba yanımıza yaklaştı ve boynunda kocaelispor atkılı bir vatandaş içinden çıktı. İndikten sonra, polislere yaklaşıp, "Amiriniz nerede, ben arkadaşları almaya geldim" deyince. Hafif bir tebessüm sardı bünyeleri. Ve bu diyaloğun ardından, gri renkli arabanın peşinden stada kadar gittik. Bu ilgi için, Hodri Meydana ayrı bir teşekkür ederiz.

Stada vardığımızda, girişin yanında bulunan tuvalet penceresi o kadar işimize yaradıki anlatamam. İçeri girdikten sonra pankartları asıp maçı beklemeye başladık.

"Körfez Fener elele hep beraber tribüne" "Teşekkürler Körfez" gibi detaylar haricinde akustiğin olmadığı, davulsuzluğun kendini gösterdiği bir deplasman olacak gibi duruyordu. Lakin, ilk yarı sonuna doğru davul gelip, tribünü kendini getirene kadar. O dakikadan sonra hiç susmayan ve enerjisini güzel kullanan bir tribün vardı. Bu enerji belki sahadaki futbolcularıda etkilemiş olacak ki, 3 dk da 2 güzel gol atıp skoru lehimize getirdik. Tabi bu sırada 10 dk boyunca hiç susmadan ve meşaleler ile birlikte "Aşığım aşığım sana..." diye bağıran tribünün etkisi yadsınamaz.

Skor 2-2 olduktan sonra tribün kendi içinde bir çöküşe girdi. Hatta bazı bazı protesto sesleri bile yükseldi. Ben bile arkadaşlardan sıyrılıp, bir köşede sigaramı yakmaya koyulmuşken, 3. golün gelmesi ile bir anda herkes birbirine girdi. Bu sevinmeyi en son İnönü deplasmanında görmüştüm şahsen.

Maçın sonunda polisin bizi beklettiği sırada ise, tribünde yapılan makaraya uzun süredir denk gelmemiştim. 30 dk boyunca inanılmaz eğlendik. Ve sezon başından beri ilk kez deplasman keyfini galibiyet ile süsleyip döndük. Hea takımdan çok umutlumusun? Maalesef...

15 Ekim 2008 Çarşamba

Futbol Reklamları #6

Eski Açık Havai Mavi Desene!


Süper amatör takımlarını araştırırken, Kadırgasporun web sayfasına denk geldim. Tarihçe bölümünde gezindiğim sırada, "Renkler ve Rozetler" başlığında, Kulübün renklerini, "Vişne çürüğü" ve "Havai Mavi" olduğunu görünce aklıma ister istemez böyle bir başlık geldi. Tribünlerinin renkleri söyleme konusunda büyük zorluk çektiğini düşünüyorum. Kadırganın maçına gitmek şart oldu bu durumda.

14 Ekim 2008 Salı

"Demirören" demişken... (Konuk Yazar)

“Hakan Şükür tipi santrfor” oluyor da, "Demirören tipi başkan” diye bir model neden olmasın…


Luciano Gaucci


Otobüs şoförlüğünden Perugia kulüp başkanlığına giden uzun bir yol… 13 yıllık görev süresinde 17 teknik direktörle ‘yollarını ayırdı’. Birisini gönderme sebebi, adamın “köpeğini basın toplantısına getirmesiydi”! 1991’de, maçlarını yöneten bir hakemin, aynı zamanda yarış atı yetiştiriciliğiyle uğraşan Gaucci’den “uygun fiyata” at satın aldığı ortaya çıktı. Serie-B’ye düşürüldüler. 2002 Dünya Kupası’nda İtalya’ya gol attı diye Güney Koreli oyuncusu Ahn-Jung Hwan’ı takımdan gönderdi. Ardından El-Saadi Kaddafi’yi transfer etti. İtalya Futbol Federasyonu’na, kadrolarına kadın oyuncu katma şanslarının olup olmadığını sordu. Doğal olarak “hayır” cevabını aldı. Bu olaya o zamanki teknik direktörleri Serse Cosmi ilginç bir yorum getirecekti: “Başkan kadın oyuncu alıyormuş. Umarım şöyle ölçüleri yerinde bir bayandır!”


Uri Geller


Çatal ve kaşıkları bükmesiyle tüm dünyada tanındı. Kimileri onu “hayranlık duyulan mistik bir kişilik” olarak tanımladı. Bir radyo programında o an radyoyu dinleyen herkesin elindeki çatalı büktüğünü; EURO 96’da Gary McAllister’ın kaçırdığı penaltı öncesi topu hareket ettirdiğini iddia etti. Ardından yarı final öncesi Terry Venables’a faks çekerek “İzin ver, maç öncesi çocuklarla bir görüşeyim” dedi. Venables pek sallamadı; Almanya’ya penaltılarla elendiler! 1997’de taraftarı olduğu Exeter’in Chester’la oynayacağı kritik maç öncesi kale arkasına “enerji yayan kristaller” koydu. Maçı 5-1 kaybettiler! 2001’de Newcastle Londra deplasmanında 29 yıl sonra “şeytanın bacağını kırarken” Geller yine başroldeydi. Zira dediğine göre Highbury’nin etrafında 11 tur atıp sinerji yaratmış ve tribüne adım atar atmaz Ray Parlour oyundan atılmıştı! Takımını başarıya taşımak için tüm “paranormal” yeteneklerini kullanma vaadiyle 2002’de Exeter City başkanlığına soyundu. Pek bir mucize yaratamadı…


Maria Teresa Rivero


İspanya’yı işe karıştırmadan olmaz değil mi! 13 çocuğu, 36 torunu, 1 de futbol kulübü var… 1994’te Rayo Vallecano başkanlığını kocasından devralarak (!) İspanya’nın ikinci kadın kulüp başkanı oldu (İlki seksenlerde ufak bir takımı -Deportiva Lorca- yöneten Ignacia Hoppichler). İlginçtir, o ana dek yalnızca 1 kez futbol maçına gitmişti. Rayo onun görevde olduğu sezonlardan birinde aynı sezonda 4 teknik direktör değiştirdi. Listede başa dönüp ilk kovduğu ismi yeniden göreve getirmeye hazırlanıyordu ki sezon bitti! 1999’da Vallecas Stadı’nın adı “Vallecas Teresa Rivero” oldu. 2000-2001 sezonunda ilk kez katıldıkları UEFA Kupası’nda çeyrek finale kadar ilerlediler. 13 çocuğunun olmasının kendisine avantaj sağladığını, futbolcularını da birer oğlu gibi gördüğünü söyledi. Halen Rayo Vallecano de Madrid Sportif A.Ş.’nin başında…

Engin Eryiğit

Bunun için doğdular.

Yönetmene dikkat;


Nike | Fate from CCW - Lab on Vimeo.

Agency: Wieden + Kennedy, Portland
Creative Directors: Jeff Williams, Alberto Ponte, Tyler Whisnand
Copywriter: Jason Bagley
Art Director: Ryan O'Rourke
Senior Agency Producer: Matt Hunnicutt
Associate Producer: Juliana Montgomery
Production Company: Anonymous Content, Los Angeles
Director: David Fincher
Director of Photography: Emmanuel Lubezki
Executive Producer: Jeff Baron
Producer: Robin Buxton
Editorial: Rock Paper Scissors
Editor: Angus Wall
Post Producer: Michael Goble

12 Ekim 2008 Pazar

A.C.A.B (A)

Kayseri maçında, maraton üst koridoları.

Fotoğraf, Vamos Bien forumundan alınmıştır.

9 Ekim 2008 Perşembe

Ultras, Fenerbahce Tribünleri ve Taraftarlik

Başlığı çok sevdiğim bir ağabeyimden aldım. Umarım kendisi de fikirlerini burada paylaşır.

Yeni sezon ile birlikte geldiği durumu iyice gözler önüne sermiş bir tribün. 1 senedir içinde gelişen olaylar, ya daha fazla güçlendirecek yada gücünü azaltacaktır. Benim şuan görmüş olduğum, parça parça da olsa güçlendiği. Lakin bu durumu iyi değerlendirmek, bazı şeylerden derslerimizi almamız lazım. Türkiye’de hiçbir grubun girmediği bir duruma hepsinden önce girmiş bulunmaktayız. GS tribünleri, statları yapıldıktan sonrada aynı kalacaktır belki, onu bilemeyiz.


Dünya tribünlerinin ortak dillerinden biri "Ultras Mentalitesi". Türkiye’de "Ultraslan" tarafından isim parsellemesi dışında, pek bilinen bir kültür değil. Son zamanlarda da Fenerbahçe tribünlerinde adı konulmasa bile, davranış olarak üstüne gidilen bir kültür olmaya başladı.


Bu zamana kadar, Alaturka taraftarlık anlayışı ile gelen bir tribün geleneğimiz var. Türkiye’de ki tüm taraftarlarında böyle anlayışı olduğundan eminim. "Ultras" adı sıfat olarak taşınmasa da, güncel gelişen bazı olaylarda verilen spontane tepkiler bazen bu kültürün bizimde içimizde olduğunu ama bir şekilde fark edilmediğini gösteriyor.

GFB'nin, son zamanlarda değişen yapısı ile kendisine yaptığı özeleştirisi ile ve tek isimden çoğulculuğa geçiş yapmak üzere olması ile ultras kimliğini kazanmaya başladığını kendi gözlemlerim ile söylüyorum. Altında bulunan bazı grupların ise bu kültüre daha önceden ısınma turlarına başladığını da çeşitli zamanlarda görmüştük.


Şimdi lafı uzatıp da getirmek istediğim yer şu; Fenerbahçe tribünlerinin 2001 senesinden beri çok gruplu bir yapısı var. Gerek stadın yapısı, gerekse akustiğin sorunlarından dolayı tribünler bazında çeşitli gruplar ortaya çıktı. Bazıları "Ultras" kimliğine çok uzak, bazıları da bu potansiyeli sonuna kadar yaşayabilecek oluşumlar.

Tribün gruplarına, hadi gelin tek isim altında birleşelim. Hepimizin ortak bir tribünü olsun. Takımı savunma, takıma destek, deplasmana toplu gidişler, verilen bildiriler konusunda tek ses olup, ortak bir duruş sergileyelim desem. ve bu öncülüğün başında bulunacak 4-5 ismi hiçbir zaman medya önünde yem etmeyelim desem. Haksızlık gördüğümüz yerde tepkimizi gösterip, her önümüze geleni bu oluşuma dahil etmeyelim desem. Sadece Türkiye’de değil, dünya çapında yaptığımız organize işler ile sesimizi duyuralım desem. Hem politik konularda hem de güncel olaylara karşı tepkimizi sakınmayalım desem. Ne derdiniz? Şimdi bunları söyleyince aklınıza "çarşı" gelmesin. o sosyolojik olarak araştırılması gereken başka bir kültür. Benim fikir olarak lanse ettiğim ise, değişen taraftarlık anlayışı ve geçmişten gelen gücümüzün birleşmesi gibi bir şey.

Şuan her hafta içinde bulunduğumuz ve içinde olmaktan büyük bir mutluluk duyduğumuz tribünlerimizin potansiyelini değerlendirmemiz lazım. Bu şekilde parça parça birleşip, ses çıkarınca olmuyor. GFB bazılarının gözüne kolay gözüktüğü için bu durumlara gelmiştir. Ama herkesin güç olarak ta, ses olarak ta, hareket olarak ta birleştiği tek tribüne bunların hiçbiri yapılamazdı. Bu şeyin amacı Fenerbahçe’nin üstüne bir isim koymak değil. Aksine, tribün olarak geçmişten gelen itici gücümüzü daha etkili bir şekilde yaymak.

Bu konuyu, bu başlıkta herkese tartışmaya açıyorum. Ultras kimliği ve Fenerbahçe tribünlerinin birleşmesi gerektiği görüşündeyim. Okuyan herkesinde yorum olarak katılması ileriki yazılarımıza malzeme hazırlayacaktır. Buyurun efenim.


1 Ekim 2008 Çarşamba

26 Ekim 2008 Pazar Blogger buluşması vol.1


Bursa maçı öncesi, Cafe Fair'da buluşuyoruz. Kendi listemde bulunan blogger insanlarına mail atıyorum. Bu buluşma Fenerbahçeli bloggerların buluşmasıdır. Buluşmadan sonra Bursa maçını canlı kanlı seyredeceğiz.

Listeyi belirlemek için attığım mailere geri dönüş olursa sevinirim.

Eğer, o gün Cafe Fair kalabalık olur, veya ben federe gelmem diyen birileri olursa yerimizi başka bir yere alabiliriz. Bunun için mail olarak veya yorum olarak geri dönüşleri alırsam sevinirim.

Bilmiyorum erken mi oldu ama sağlama alalım kendimizi.

Listeye başka blogger eklenebilir. Bunlar benim aklıma gelenler, eksikler için kusura bakmazsınız umarım.

3 Puan
Ahh be abi
al da at dercesine pas
Ariel Ortega
Asri Zamanlar
Beercholic
Blogspor Kulübü
di massimo talento
Donnie Brasco
Ecza Deposu
Efsane Maraton
El Diablo
Futbol Daima
Hayatım Fenerbahçe
King Santillana
Kombine Bilet
Lambuja
Libertei

Antu.com


"Hep destek tam destek" deyince aklımıza geliyordu antu. Hasan abilerin, Can abilerin yazılarının olduğu güzel bir siteyken veya bizim için öyle gözükürken. Şuan algımda yarattığı imaj, affedersiniz ama tiksinç bir hal almış durumda.
Futbol forumunda konuşulanlar, yanına yaklaşılmaması gereken bir abuk "paf forumu" ve son günlerde hepimizin sinirlerini alt üst eden, insanları strese sokan bir Tribün forumu...
Antu.com bundan sonra düzelmeyecektir. Bu çizgisini takip ettiği sürece seviyesi hep burada kalacak benim gözümde. Metin Şen'in bunda bir suçu yoktur belki, ama forum o kadar gereksiz insan ile dolmuş ki, yazılanları okuduğumda sinirlerim alt üst oluyor. Yani tamam bu bir gerçek, bu yazıları yazanlar nefes alan bir organizma ama benim bu sitede bunları okuyor olmam gerçekten mide bulandırıcı. İnsanlar tribündeki sorunları internet başında oturarak çözmeye çalışıyor. Kanada'da yaşayan bir insan, buradaki soruna müdahil olup yorum katıyor ve belki sırf o yorum yüzünden birileri tartışıyor.
Zamanında engin abi demişti sanırım, antuyu bırakıyoruz diye. Doğru evet. Antu'nun kesinlikle bırakılması lazım. Çünkü zarar veriyor. En olmadı, tribün forumu kapansın. Millete rezil oluyoruz. Alakalı alakasız herkes yorum yapıyor. Bazen bu kadar şeffaf olmamalısın.
Keşke herşey yüzyüze konuşulsa, biraz zor ama Fenerbahçe tribünleri kadiköy temelli bir semt tribünü olsa. Keşke falan....

Futbol Hacıları


28 eylül günü planlarımızda iki maç vardı, ilki Vefa-Bağlarbaşı, ikincisi Kasımpaşa-Karşıyaka maçıydı.

Öğlen 2 gibi Kadiköy-Edirnekapı otobüsü ile Fatihe doğru yol aldık. Hedefimiz tarihi Vefa stadıydı. Ama geldiğimizde stadın sadece adının vefa olduğunu gördük. Geri kalan herşeyi Karagümrüğe ait olmuş. Hatta Vefa, izin almak zorunda kalıyormuş burada maç yapabilmek için. Buna epey üzüldük. Maçı, vefa kontrollü bir oyun ile 2-0 kazandı. Bağlarbaşı pek iddialı bir takım değil sanırım.


Esas ilgimizi çeken tribünler idi. Vefa maçının olduğu gün, Karşıyakanın da istanbula gelmesinden dolayı, karagümrüklü dostlarının yanlarında ağırlanıyorlardı hepsi, tabi dernek binası ve kulüp binası stada komşu olunca, karşıyakalılar tribünde yerlerini almışlardı. 10-15 tane de karagümrüklü vardı tribünde. Liseli bir grup ve mahallenin orta yaşlı abileri ile maçı izlemeye başladık. İkinci yarı ile birlikte, karşıyakalılar tribünden çıktılar ve tribünde bize kaldı=) Davulun başında 2-3 tane velet kafamızı şişirince, "abi gelin tribün yapalım" muhabbetini çevirdik ve liseli tayfası ile davuluda kapıp tribün yaptık bir güzel. Epey eğlenceli oldu bizim için.

Sonrasında davulu duyup gelen gümrüklülere teslim ettik tribünü ama, yinede heyecanı getirdiğimizi düşünüyoruz.

Sonrasında ise, kasımpaşaya doğru yol aldık. Conrad Bundy, karşıyaka tribününden girerek deplase olmayıda başardı tabi. bizim maçtan sonra başka işlerimiz olduğundan beklememek için kasımpaşa tarafından girdik. Ve atkı aramaya başladık. Lakin ne yazık ki çevrede atkı satan bir tezgaha rastlayamadık. Bu arada iftar saatine denk gelecek şekilde yemeğimizi de yiyerek tam bir hacı konumuna girdik ki, görülmesi gereken bir sahne idi kendisi.

Kasımpaşa maçı ise, senenin en güzel tribünlerinden birine denk geldi bizim için. Karşıyakalarının içinde Gümrüklülerin olduğu bilen kasımpaşalılar maç boyunca bunun üzerine gitti.

Kasımpaşa semt olarak güzel tribün yapıyor. Stadları da güzel, taraftarın organizasyonuda epey iyi olunca, hatta yönetimde kapıların bir kısmını açınca=) değmeyin keyfimize. Bizde tribüne ortak olduk ve bağırmaya başladık. Daha doğrusu gümrüğe sallamaya=) akşam üstü beraber tribün yaptığımız adamlara gece küfür etmek hoş olmadı ama, tribün ruhu işte=)

Günüde geceyide tatlı bir yorgunluk ile bitirip kadiköye geri döndük ve bu hazzı herkesin yaşamasını diledik birbirimize.

Haftaya yine başka bir maçta görüşmek üzere.


Mehmet, Yiğit ve Çağataya selamlar...