14 Kasım 2008 Cuma

Öyle bir sevgi ki...

o malum yere,
çatonun yerine gidiyoruz,
günlerden pazar,
ağustosun 17'si,
akıllarda o uğursuz gün var,
sanki bişeyler konuşsak konu dönüp dolaşıp o güne gelecek,
sanki böyle susunca herşey bitmiş,
unutulmuş,
hatta belki de hiç yaşanmamış varsayılacak...
bizim şoför(nihan) seri kullanıyor arabayı,
kızımla (deniz naz) arkadayız,
yavaş sür diyoruz,
sarsma bizi..
hava tarifsiz sıcak,
deniz nazın albümünü dinliyoruz,
kendi seçti şarkıları,
sırasıyla çalıyor,
4 peynirli pizza hepsi söylüyor,
ardından bana bir masal anlat baba d. köroğlu,
3 numarada 100 yıl önce doğdu şanlı efsane yer alıyor,
hep birlikte tempo tutuyoruz...
17 ağustosu unuttuk
***
havran - akçay arasında,
tek gidiş tek geliş şerit olan yoldayız,
yolun sağlı sollu kenarlarında tabelalar var,
ben de tabelaları okuyorum,
birinde şöyle yazıyor,
"organik köy kahvaltısı verilir",
bu ne ki len?
hem organik,
hem köy,
hem kahvaltı,
ulen diyorum kendi kendime,
etkili oluyor herhalde cümlenin başına organik kelimesini koymak,
kesin kandırdıkları oluyordur..
***
derken başında organik olmayan bir tabela görüyoruz,
gözleme ayran...
bu dur deyip hafif topraklı yola girip şoföre arabayı parkettiriyoruz,
büyük bir çeşme yapmışlar buz gibi su akıyor,
4-5 adet masa var,
masaların üzerinde asmalar tamamen kapamışlar hain güneşin ışınlarını..
en kenardaki masaya oturuyoruz,
derken O geliyor...
hafif kulağıma eğilip sadece benim duyabileceğim tonda soruyor;
"abi feneriumdan mı aldın onu?"
adı ismet..
12-13 yaşlarında,
merak ettiği küçük bir çanta FB amblemi olan,
nihan almıştı bikaç yıl önce,
hediye babında..
"evet" dedim,
devam etti ismet,
"2 hafta önce fenerium tırı geçti buradan,
ayvalığa gitti,
el ettim durmadılar,
aslında dursalardı,
bi tane güiza forması alacaktım,
bir atkı,
bir de çanta.."
içimden;
"ah be ismet onları parayla satıyorlar,
bedava dağıtmazlar ki.." diyecektim,
koynundan küçük bir kese çıkardı,
"tam 100 ytl var abi,
bu yaz biriktirdim,
dursalardı alacaktım,
ama yarın yine geçecekmiş tır,
bu kez önüne bile atlarım gerekirse..."
***
gözlerim ıslandı,
öylece kalakaldım,
hani o an sihirli lambada ki dev olsaydı da,
sorsaydı,
dile benden 3 dilek sahip diye,
1 derdim tırı getir,
2 derdim güizayı getir formasını imzalasın,
son olarak ismete taraftar kartı hem de platin olanından
***
ismet yaz boyunca orada çalışıyor haftada 40 ytl alıyormuş,
köyü çalıştığı yerin bir-kaç km uzağında,
okulu eve epey bir uzakmış,
her gün 5-6 km yürüyormuş,
bazen diyor ismet,
yolun kenarına geliyoruz arkadaşlarla,
okula giderken bizi alıyorlar,
yürümekten kurtuluyoruz,
kışın çok zor oluyor…
***
3 gözleme 3 ayran ardından 4 çay ısmarlıyoruz,
hiçbirşey konuşmadan,
yiyoruz,
içiyoruz,
deniz naz soruyor,
"baba tır neden durmamış?"
"görmemiştir kızım ismet abiyi" diyorum,
yoksa durma mı???
***
hesabı istiyorum,
"8 ytl versen yeter" diyor ismet,
ben 10 veriyorum hadi üstü senin olsun diyorum,
"saol abi" diyor,
arkasından bakıyorum,
cebinden biraz bozukluk çıkarıp kasaya veriyor,
bi dakka bi dakka nooldu diye içeri koşuyorum,
ve öğreniyorum,
hesap 11,25 tutmuş,
çayları ismet ısmarlamış bize...
***
oradan ayrılıyoruz,
bize okçunun selamını vererek uğurluyor,
biraz eskiydi ama,
çanta ismette…

rastafari (5 eylül 2008)



Eski bir hikaye ama bloğun arşivinde durması farz oldu. Bu sevgiyi herkesin yaşaması dileğiyle.

1 yorum:

Fırat Gürsu dedi ki...

mükemmel bir yazı :) her akla gelindiğinde okunması lazım :)